2 Ekim 2017 Pazartesi

Sana 1 Ay Bana 1 Ay Yetmez Gülüm 11 Ay

Eveet 1 ay oldu diyebilir miyiz hocam? Bence diyebiliriz. Alışma süreci tamamlanıyor, hissediyorum :) Bu satırları size shiftimin değiştiğini unuttuğum için işe erken geldiğim bir cumartesi gününden yazıyorum. Eve sabah 6'da geldiğimi düşünürsek iki saat fazladan uyuyamamış olmanın pişmanlığıyla kendimi yakındaki alışveriş merkezindeki Starbucks'a attım. Şu an iki şey farkettim: Bir, haftasonu-avm-çoucuklu aile üçlüsü dünyanın hiçbir yerinde değişmiyor. Starbucks'ın içi kreş gibi. İki, Amstelveen'de tahmin ettiğimden daha fazla Türk varmış. 


Amsterdam Centraal

Gelelim bana: Son 10 günde çalıştım, Hollandaca kursuna yazıldım, 1 adet sergi gezdim, biraz daha çalıştım ve buradaki arkadaşlarıma diğer Türk arkadaşlarımla birlikte bir "Turkish dinner" hazırladım. Ha bir de acı tecrübelerle bisiklet tamir etmeyi öğrendim, daha doğrusu ev arkadaşlarım sağolsun sadece izledim.
Genelde geceleri çalıştığım için zaman kavramım biraz alt üst olmuş durumda. Yine de bu durumdan şikayetçi değilim, çünkü sürekli farklı işler yapıyorum ve yaparken genelde eğleniyorum. Örneğin geçen hafta ilk barmaidlik görevimi başarıyla tamamladım. Buradaki bardakların hepsi plastik olduğundan ve birayı taşırmak bir sorun teşkil etmediğinden çok da zor olmadı :) 
Sıradan başlayalım o zaman neler yaptım:


  • Hollandaca Kursu

Diğer EVS gönüllüleri yani ev arkadaşlarımla birlikte geçen pazartesi çalıştığımız yerin hemen yanındaki kültür merkezi benzeri bir yerde Hollandaca kursuna başladık. İlk ders biraz tanışma, biraz kaynaşma derken eğlenceliydi. Öğretmenimiz yaşlı ama aşırı enerjik, biraz çılgın eğlenceli bir Hollandalı. Sınıfta bizim dışımızda Hindistan, İngiltere, Filipinler ve Brezilya'dan gelenler var. Bizim de 2 Türk, 1 Gürcü, 1 İspanyol olduğumuzu düşünürsek, öğretmenle birlikte 8 milletten insan bir sınıfın içinde cebelleşiyoruz:) Hani herkesin Türk olduğu bir sınıfta İngilizce konuşmak anlamsız ve zor gelir ya, işte burada İngilizce'nin rolü değişiyor ve konuşulmak istenen dil haline geliyor. Kurs 1,5 ay boyunca haftada 1,5 saat olacak. Sular seller gibi konuşmak için yeterli değil tabii ki ama en azından buradaki günlük hayatımıza yardımcı olacağına inanıyorum.


  • Mocco Museum: Banksy & Salvador Dali 

Geçen pazar hava 20 dereceyi biraz geçtiği, yağmursuz olduğu ve bu mevsimde bu duruma az rastlandığı için evde oturmak istemedim. Aslında niyetim hala görmediğim Vondelpark'a gidip çimlere uzanıp kitap okumak ve bir şeyler atıştırmaktı. Önce metroya sonra da 5
numaralı tramvaya binip parka en yakın olan Museumplein durağında indim. Meşhur "Iamsterdam" yazısını da ilk görüşüm tramvaydan indikten hemen sonra oldu:) Haritadan Vondelpark'ın olduğu yönü bulmaya çalışırken Rijkmuseum'un yanında küçücük kalan Mocco Museum'a gözüm takıldı. İçeride Banksy ve Salvador Dali eserleri sergileniyordu. Dedim Buse gir biraz kültürlen koçum ne kaybedersin, nasıl olsa yemeğini evden getirdin. Serginin Banksy kısmı görülmeye değer miydi bilemiyorum, sadece aşağıdaki büyük canvas etkileyiciydi. Onun dışında Banksy Lady Diana'nın resmiyle bastırılıp gerçekten kullanılmış olan banknotun hikayesini öğrenmek hoştu. Çünkü ne diyoruz: "Be Diana in a world full of Kardashians" 

2004 yılında Banksy tarafından hazırlanan banknotun gerçeğinden farkı, Kraliçe’nin kafasının Prenses Diana ile değiştirilmiş ve “Bank of England” yazısının “Banksy of England”a çevrilmiş olmasıydı. Bu banknotlardan bir tanesi Ekim 2007 tarihinde Londra’da bulunan Bonhams müzayede evinde 24,000 Pound’a satılmıştır.

Salvador Dali kısmına geldiğimizde ise, bir odada sürekli dönen ve Dali'nin hayatını anlatan slayt gösterisi gerçekten bilgilendiriciydi. Bilen bilir ben öyle aşırı entelektüel, sanattan çok iyi anlayan, aşırı donanımlı biri değilim ama bir yandan da sanatın tek bir doğrusu olan bir bulmacadaki doğru sonuca ulaşmak olmadığını düşündüğüm için bu tür etkinliklere katılmak için öyle olmam gerektiğine de inanmıyorum. Dali tablolarındaki küçük ayrıntılar bence sergideki en etkileyici şeydi.



















Müzenin her yerine serpiştirilmiş Dali ve Banksy sözleri de güzeldi ama Banksy'nin felsefesi ve bakış açısıyla eserlerinin bu şekilde bir müzede sergilenip, aşağıdaki mağazada ticari ürünlerinin satılması, ben dahil herkesin fotoğraf çekip paylaşmak için beklemesi biraz çelişiyor. Mesela az ötedeki Van Gogh Müzesi'nin kendisine maddi imkansızlıklar nedeniyle giremesem de, mağazasına girdim; görseniz Van Gogh eserlerinden neler yapmışlar yani mutfak önlüğü mü dersin, fırın eldiveni mi dersin, masa örtüsü mü dersin. Ne gerek var? Yani bu mağazalar tabii ki olsun ve bir şeyler satsın ama en azından sergilenen şeyle biraz ilgisi olsun, anlamlı olsun, Van Gogh mezarında ters dönmesin mesela.


Neyse bu kısa kültür turundan sonda geç de olsa Vondelpark'a gidip kitabımı okudum, sandviçi mi yedim, geç saate kaldığım için bir güzel kıçımı üşütüp evime döndüm. Vondelpark gerçekten çok büyük bir alana kurulu, yemyeşil, su desen su, kuş desen kuş yazın bıraksanız her gün gidebileceğim bir Seğmenler çarpı 15 diyebiliriz. Ha bir de Seğmenler'den küçük iki farkı; aşırı temiz ve tasmasız da olsa kimsenin köpeği birbiriyle kavga etmiyor. Adamların köpekleri bile sakin, saygılı, tebrik ediyorum.




  •  Turkish Dinner

Geldiğimiz haftadan başlayarak bir gelenek oluşturduk: International Monday Dinners at Evs House. Her hafta başka bir milletin yemeği pişiyor evde. İlk hafta Hollanda'yla başladık, ikinci hafta İspanyol ve üçüncü hafta da Türk yemeği yedik.  En şanslı bizdik, çünkü zaten evde 2 Türküz ve üçüncü olarak bir Türk arkadaşımız daha bize katıldı. Böylece Ceren'in muhteşem sarması ve barbunyasıyla gerçek bir Türk sofrası oldu diyebiliriz. Ben de köfte, bulgur pilavı ve sigara böreği yaptım. Bence lezzetliydi, valla yiyenler de öyle söyledi bilemeyeceğim :) Yarın da Gürcü ev arkadaşımızla Özbek asıllı başka bir çalışma arkadaşımız Sovyet yemekleri yapacaklar.

  •  Bisiklet Tamiri


Zaten hayatta neyden korktuysam başıma geldi. Tam bisiklete alıştım, artık sorunsuz gidip geliyorum diyordum ki, Cuma gecesi işten dönerken tam evin sokağına girdiğim anda lastiğim patladı. Nasıl olduğu hakkında en ufak fikrim yok. Ertesi gün ev arkadaşlarımın yardımıyla iç lastikte iki delik tespit edip tamir ettiğimizi sansak da, (aslında ben sadece izledim çünkü bisikletin lastiğinin içinde bir lastik daha olduğunu bile yeni öğrendim, o kadar uzağım olaya) akşam işe giderken lastiğin yeniden indiğini gördüm. İki gündür işe ev arkadaşımın bisikletiyle geliyorum, az önce yeni bir iç lastik aldım umarım bu iş bir an önce çözülür. Çünkü böyle zamanlar anxiety is coming back and I don't like it canım.

Şimdilik bu kadar, yarın da ilk şehirlerarası yolculuğumu yapacağım ve Apeldoorn'a gideceğim. Şehir hakkında araştırma yaparken gördüğüm, Çankaya Belediyesi ve Apeldoorn Belediyesi(!) logoları arasındaki benzerliği söylemeden bitiremeyeceğim :) Kış yaklaştığı için blog yazıları belki biraz daha seyrekleşir. Bu süre içinde de EVS hakkında sık sorulan sorular, yararlı bilgiler gibi birkaç yazı hazırlamayı düşünüyorum. Buraya kadar okuyan herkese teşekkürü borç bilirim :) Beni özleyin anacım.

 














, , , , , , , , , , , , , , ,